Şirketlerin Yeni Stratejik Ortağı; SEÇ

Şirketlerin Yeni Stratejik Ortağı; SEÇ

25 Mart 2009 | KONUK YAZAR
7. Sayı (Mart-Nisan 2009)

Dr. Sedat Karabulut Sağlık, Emniyet, Çevre Uzmanı www.umbrellaturkey.com Global kriz öncesinde, şirket yönetim kurullarında en çok duyulan iki kelime “satış” ve “pazar payı” idi. Bugün ise en popüler kelimeler “tasarruf” ve “verimlilik” oldu...
Devir tasarruf devri…
Global kriz öncesinde, şirket yönetim kurullarında en çok duyulan iki kelime “satış” ve “pazar payı” idi. Bugün ise en popüler kelimeler “tasarruf” ve “verimlilik” oldu. Dünya ekonomi tarihi, sürdürülebilir büyümeyi sağlayabilmiş şirketlerin, doğru strateji ve uygulama öyküleriyle doludur. En kaba tarifiyle strateji; “şirketlerin uzun dönemli hedefler belirlemesi ve bunları gerçekleştirmek için ihtiyaç duyulan kaynaklar ile uygun çalışma programlarının hazırlanması” olarak tanımlanır. Sağlıklı ve sürdürülebilir büyümeyi hedefleyen bir şirketin stratejik hedefleri içinde olmazsa olmaz iki kural vardır; kaliteli üretim ve hizmeti artırırken maliyetlerin düşürülmesi. Şirketlerin hem kaliteli hizmet ve üretim yapabilmeleri hem de  maliyetleri düşürebilmesi için sağlıklı çalışanlara ihtiyacı olduğu da çok açıktır. İşte doğru “Sağlık, Emniyet ve Çevre (SEÇ)” uygulamaları tam da bu noktada şirketler için önemli bir stratejik ortağa dönüşmektedir.
Yaşamak isteyen şirketler, rakiplerinin nasıl örgütlendiğine bakmalıdır...
Şirket stratejileri kurgulanırken, dışsal değişkenlerin gelecekteki yönünün tahminine ve alternatif davranışların şekillendirilmesine önem verilir. Değişen çevre şartları, ister yararlanılabilecek bir fırsat, isterse de karşı konulması gereken bir tehlike oluştursun, sonuçta işletmeyi yeni olasılıklarla karşı karşıya bırakır. Böyle durumlarda stratejik yönetimin iki temel görevi, şirketlerin beklenilmeyen olumsuz durumları göğüsleyebilmesini ve değişimin yarattığı yeni şartlarda büyümesinin sağlanmasıdır. 
Bu bağlamda stratejik yönetim, sektördeki rakiplerinin gerisine düşmemesi için yeni bir örgütlenme modeli, tekniği ve yaklaşımı geliştirmelidir. Bunun için bakılacak iki yer vardır:  birincisi, yıllar boyunca gelişmesini her şartta sağlayabilmiş şirketlerin ne yaptığı ve diğerlerinin ise neyi yapamadığıdır. Sürdürülebilir büyümeyi hemen her ortamda sağlayabilen şirket yapıları incelendiğinde, ortak özelliklerden biri olarak doğru SEÇ uygulamalarını görmek mümkündür. Bugün yaşanan şiddetli ekonomik krize rağmen, İngiltere’deki şirketlerin yüzde 51’i, 2009 SEÇ bütçelerinde herhangi bir kesinti yapmayı planlamıyorlar.
Aslına bakılırsa bu çok şaşırtıcı da değildir; çünkü doğru SEÇ uygulamaları, şirketin insan kaynağının sağlıklı ve emniyetli bir ortamda çalışmasını sağlarken, aynı zaman da doğal kaynakların israf edilmesini de engelliyor. Ayrıca kazaların azalmasını sağlayarak, malzeme hasarlarını ve sigorta primlerini düşürüyor. Müşteri ile çalışanlarının memnuniyetini ve bağlılığını artırıyor. Sadece çalışanların ve müşterilerin değil, üretim veya hizmet verilen alana komşu olan insanların da hakkına saygı duyan bir yapının gelişmesine yardımcı oluyor. Bütün bunları yaparken, şirketin sürdürülebilir büyümesinde ve kurumsallaşmasında stratejik bir ortak haline geliyor. Avrupa’da uzun yıllar sektörlerinin liderliğini yapan ve kurumsal olduğu kabul edilen şirketlerin internet siteleri incelendiğinde, ortak bazı başlıklarla karşılaşılır. Bu başlıklardan biri de şirket SEÇ politikalarının yayınlandığı bölümdür. Uluslararası rekabet şartlarında başarılı olmak isteyen Türk şirketleri, kendi bünyelerinde nasıl bir SEÇ performansları olduğuna bakmalıdırlar. Gördükleri manzara olumlu değilse, krizi fırsata dönüştürerek hem yönetici, hem çalışan, hem de sistem reformlarını hayata geçirmelidirler.
Geçtiğimiz yıl neler oldu?
Dünyanın lider insan kaynakları danışmanlık firması Mercer’in gerçekleştirdiği 2008 Pan European-Health and Benefit (Avrupa Sağlık ve Yan Haklar) Raporu geçtiğimiz ay yayınlandı. 2008 yılının değerlendirildiği raporda Avrupa’da, işe devamsızlık oranlarının yükseldiği vurgulanırken, aynı zamanda şirketlerin işe devamsızlık politikalarının verimli işlemediğinin de altı çizildi.
Mercer’in 24 Avrupa ülkesinde 821 şirket ile gerçekleştirdiği 2008 Avrupa Sağlık ve Yan Haklar Raporu’na göre, yıllık işe devamsızlık Avrupa ortalaması kişi başı 7.4 gün. En fazla işe devamsızlık yapan millet Bulgarlar olurken, en düşük devamsızlık ise 4.6 gün ile Türkler olmuş. Haftalık çalışma süresini 45 saat kabul edecek olursak, yılda ortalama 260 iş günü çalışıyoruz. Bu durumda Türkiye’de kişi başı yıllık devamsızlık oranı yüzde 1.8 civarında olmaktadır. Aynı rapora göre araştırmaya katılan firmaların çoğunluğu devamsızlık verilerine sahip olmakla beraber, bu firmaların sadece yüzde 42’si devamsızlık sebebine ve yine sadece yüzde 33’ü devamsızlığın şirkete yarattığı maliyeti hakkında bilgiye sahiptir. Bugüne kadar bu tür araştırma raporlarına çok da ilgi göstermezdik. Ancak küresel ekonomik krizin etkisiyle, şirketlerin maliyetlerini azaltma gayretleri arttı. Şirket üst düzey yöneticilerinin bundan sonra, hastalık nedeniyle işe devamsızlığın yarattığı mali kayıpları dikkate alması bekleniyor. Zira alt alta toplandığı zaman, ortaya çıkan rakamlar azımsanmayacak büyüklüğe ulaşmış durumda.
Yıllık kaybımız milyonlarca TL’yi buluyor...
Türkiye’de 2006 yılında 79.027 iş kazası meydana geldi. Meydana gelen iş kazaları sonucu toplam 1.898.304 işgünü devamsızlık yapılmıştır. Bir başka değişle 7300 kişi bir yıl boyunca maaş almış ama işlerine gidememiştir. Bu çalışanların ortalama aylık brüt geliri 1000 TL kabul edilecek olursa, yarattığı doğrudan kayıp yıllık 87.6 milyon TL’yi bulur. 2006 yılı içinde Türkiye’de kayıtlı çalışan sayısı 7.818.642 kişi olduğuna göre, sadece iş kazası nedeniyle oluşan devamsız oranımız yüzde 0.1 olmuştur. Mercer’in araştırmasını temel alarak, bir yıllık devamsızlığın 2006 yılında da yüzde 1.8 olduğunu kabul ettiğimizde, bu kayıp 1.576.8 milyon TL olmaktadır. 
Kaldı ki, bize göre bu sayı gerçekleri tam olarak da yansıtmamaktadır. Çünkü Avrupa ortalamasının neredeyse yarısı oranında devamsızlık ortalaması, bizim çok daha sağlıklı olduğumuzdan değil, doğru bir devamsızlık kayıt sistemimiz olmamasından kaynaklanmaktadır. Zira ülkemizdeki yüksek tansiyon, diyabet, kalp ve damar hastalıkları gibi, kronik hastalıkların etkisinde olan kişi sayısı 22 milyondur. Türkiye’de 6 milyon kişi diyabet, 15 milyon kişi yüksek tansiyon, 4.5 milyon kişi ise çeşitli psikolojik hastalıklarla mücadele etmektedir. Türkiye dahil Avrupa'nın 22 ülkesinde yapılan bir araştırmaya göre, 50 yaş altında koroner kalp hastalığı olma oranı Avrupa ülkelerinde yüzde 13 iken, bu oran Türkiye için yüzde 23 bulunmuştur. Şirket çalışanlarınız Fransız veya İngiliz değilse bu sayılar ve oranlar sizin işyerinizde çalışanlar için de geçerlidir.
Basit bir hesaplamayla şirketinizde hastalık nedenli devamsızlığın yıllık maliyetini ölçmeniz mümkündür. Çalışanlarınızın ortalama brüt maaşının, 1.000 TL olduğunu varsayalım. Şirketinizdeki yıllık devamsızlık oranı da yüzde 1.8 olsun. Bu durumda şirketinizin yıllık ortalama kaybı 216.000 TL olur. Bu işletmenizin doğrudan uğradığı kayıplardır. Bir de doğrudan olmayan kayıplar vardır ki, “Norwick Union Healthcare” and “The Confederation Of British Industry and PPP”nin araştırmalarına göre bu, doğrudan kayıplarınızın bir ila iki mislidir. Bu durumda işletmenizin devamsızlık nedeniyle uğradığı yıllık kayıp, 500-750 bin TL’yi bulmaktadır. 
Doğru SEÇ sistemi
Çalışanlarımızın hasta olmasını engelleyecek sistemler kurmak şirket yöneticilerinin başlıca görevidir. Bu hem ahlaki hem de hukuksal bir zorunluluktur. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın yayınladığı yönetmelik ve tüzükler yanında yıllar önce yayınlanmış ve halen yürürlükte olan kanunlar, bu sorumluluğu açık bir şekilde tanımlamaktadır. İş, hastalıkları engellemekle de bitmiyor. Çalışma ortamını tehlikelerden ve risklerden koruyacak, kazaların oluşmasını engelleyecek ve çevreye zarar vermeyecek sistemler kurmak zorundalar. İş kazaları nedeniyle her yıl binlerce çalışanımız hayatını kaybetmektedir. Maddi hasarlı iş kazaları yüzünden milyarlarca TL para kül olup uçmaktadır. Tıpkı sektördeki prestijimiz ve marka değerimiz gibi.
Şirket yöneticilerinden, sektörün rekabet şartlarına uyum sağlamak, ödemeler dengesini ayarlamak ve tabii geleceğin risklerini önceden görebilmek gibi problemlerin yanında, bir de şirketin SEÇ sistemini tek başlarına kurmalarını beklemek imkânsızdır. Zira bu iş, çalışanlara bazı eğitimler aldırmak, basit bir risk analizi yaptırmak ve sonrasında olan kazalar için, “Ne yapalım, biz elimizden geleni yaptık” demek değildir. Yapılacak en iyi şey, işi profesyonellere havale etmek ve onları doğru şekilde denetlemektir. Bunu örneklerini görmek için internette kısa bir araştırma yapmak kâfi, yeter ki niyetimiz olsun. 
 

R E K L A M

İlginizi çekebilir...

Tersaneye Siyaset İstikrarsız, İşçi Sahipsiz

CAPT. SHIPBROKER ATİLLA AKBAŞ Deniz-Liman-Petrol/Lojistik Yönetim Uzmanı...
29 Eylül 2022

Balast Suyu Yönetimi Sözleşmesi Ne Getiriyor, Ne Götürüyor?

ISTFIX Araştırma Servisi...
4 Ekim 2016

 
Anladım
Web sitemizde kullanıcı deneyiminizi artırmak için çerez (cookie) kullanılır. Daha fazla bilgi için lütfen tıklayınız...

  • Boat Builder Türkiye
  • Çatı ve Cephe Sistemleri Dergisi
  • Doğalgaz Dergisi
  • Enerji ve Çevre Dünyası
  • Su ve Çevre Teknolojileri Dergisi
  • Tesisat Dergisi
  • Yalıtım Dergisi
  • Yangın ve Güvenlik
  • YeşilBina Dergisi
  • İklimlendirme Sektörü Kataloğu
  • Yangın ve Güvenlik Sektörü Kataloğu
  • Yalıtım Sektörü Kataloğu
  • Su ve Çevre Sektörü Kataloğu

©2024 B2B Medya - Teknik Sektör Yayıncılığı A.Ş. | Sektörel Yayıncılar Derneği üyesidir. | Çerez Bilgisi ve Gizlilik Politikamız için lütfen tıklayınız.